YUSUFÇUK KUŞUNUN HİKAYESİ

Hava kararmaya başlamıştı. Uzaktan bir Yusufçuk kuşu öttü. Hor Ali ovayı boydan boya gören tepenin zirvesindeki kayalıklardan aşağılara doğru baktı. Uzaktaki toprak evlerin bacalarından dumanlar çıkmaya başlamıştı. Yusufçuk kuşunun sesi bir defa daha duyuldu uzaklardan.
Bu kuşun sesini ne zaman duysa annesinin anlattığı hikâye gelirdi aklına. Yusufçuk kuşu hava kararmaya başlayıp akşam olurken ötmeye başlardı. Küçükken Yusufçuk kuşunun sesini duyduğunda hemen annesinin yanına koşar, gözlerini annesinin gözlerine diker öylece bakardı. Zavallı kadın yorgun bitap düşmüş halde bile olsa kucağına alır başlardı anlatmaya.
Annesinin Yusufçuk kuşu ile ilgili anlattığı hikâye, her defasında bir değişik gelirdi kendisine. Bazen annesinin anlattıklarına içinden eşlik ederdi.

‘’Eskiden bir birlerini çok seven iki sevgili varmış. Ailelerinin gönlü olmamasına rağmen kaçarak evlenmişler. Kendi köylerinden uzak bir köye giderek yerleşmişler. Köylüler gençlere yardım etmiş. Ev kurmuşlar, tarla vermişler. Genç çiftin iki çocukları olmuş. Biri kız biri oğlan. Oğlanın adını Yusuf kızın adını ise Elif koymuşlar.
Anneleri babaları üzerine titrermiş çocukların. Yemez yedirir, giymez giydirirlermiş. Lakin genç kadın, anasının babasının kardeşlerinin hasretini çeker, kendini yer bitirirmiş. Gün geçtikçe sararmış solmuş, erimiş bitmiş. Bir süre sonra ince hastalığa yakalanmış. Ne yapmış ne etmişlerse kurtaramamışlar kadını. Çocuklar öksüz kalmış. Bir süre sonra babaları yeniden evlenmiş. Eve bir üvey anne getirmiş.
Kadın ilk başlarda çocuklara iyi davransa da, zamanla kocasının çocuklara düşkünlüğünü görüp kıskanmış, başlamış eziyete. Artık tüm işleri çocuklara yaptırır olmuş ama çocukların yaptığı hiçbir işten de memnun olmuyormuş. Her fırsatta çocukları azarlayıp dövüyormuş. Bir gün, sabahleyin erkenden uyandırmış çocukları. Keçileri önlerine katmış, ellerine de bir çul vererek karşı dağı göstermiş. ‘’Gidin, keçileri güderken de murt toplayın, bu çulu doldurun, doldurmadan da gelmeyin’’ demiş. çocuklar aç susuz, sabahın köründe karşı dağa doğru yola çıkmışlar. Keçileri dağa sürmüşler. Başlamışlar murt toplamaya. Çulu murt çalısının yanına seriyor, sonra da çalıları bir değnekle çırparak murtları çulun üzerine döküyorlarmış. Bir müddet sonra yorulmuşlar. İkisi de uyuya kalmış. Uyandıklarında keçileri görememişler. Hemen aramaya başlamışlar. Keçileri bulup bir araya topladıklarında akıllarına murt gelmiş. Keçileri murt topladıkları yere doğru sürmüşler ama çulu bulamamışlar. Aramadık yer, bakmadık çalı dibi koymamışlar ama sanki çul yerin dibine girmiş yok olmuş. Bir türlü bulamamışlar. Çocuklar eve vardıklarında başlarına geleceği bildikleri için tir tir titrerlermiş. Her koyağa inip her tepeye çıkmışlar ama murt çalısının yanına serdikleri çuval yokmuş.
Hava kararmaya başlayınca çocuklar üvey ana korkusundan ağlamaya başlamışlar. Bir yandan da ‘’ Allahım ya çulu buldur, ya da bizi ya taş et ya kuş et’’diye feryat ederlermiş. Tanrı dileklerini kabul etmiş. Elif’i kuş etmiş, Yusuf’u taş etmiş. İşte o zamandır bu zamanadır Elif çalılıkların üzerinde dolanıp durur sonra da kayalıklara doğru uçarmış.
Hava kararmaya başlayınca taş olan Yusuf’un bulunduğu kayalıkların üzerinde dönerek sorarmış.
– Yusufcuk! Çulu çulu buldunmuuu?
Yusuf’tan cevap alamayınca çığlık atarak oradan uzaklaşırmış.’’
Yusufçuğun hikâyesini her dinlediğinde üvey anneye olan öfkesi biraz daha artardı. Her dağa çıktığına murt çalılıklarının dibine bakar Yusuf’la Elif’in kaybettikleri çulu arardı. Bir çul yüzünden iki kardeşin başına gelenleri çok büyük bir haksızlık diye düşünürdü.
İçinden, çulu bulup, üvey anaya götürüp başına çalmak geçerdi. Çulu bulunca Elif’le Yusuf’un çilelerinin biteceğine inanırdı.
Akşam olurken köyün yakınındaki kayalıklara çıkar, gökte uçan her karaltıyı yusufçuk kuşu zannederdi. Zannederdi ki bir gün Elif çulu bulacak ve kayalıklara gelip Yusuf’a haber verecek. Yusuf ve Elif tekrar çocuk olacak, el ele tutuşarak köylerine dönüp çulu üvey ananın üzerine atıp ‘Al çulunu başına çal!’’ diyeceklerdi. Büyüdükçe hikâyenin etkisi yavaş yavaş azalmış ama içindeki öfke de gittikçe büyümüştü. Köyde geçimsiz bir adam olmuştu. Haksızlığa hiç dayanamıyordu.. Kara Durdu’nun kızı Emine’nin başına geleni duymuş, öfkesinden köpürüyordu. ‘’Eşkıyalığın şerefini iki paralık etti bu namussuzlar’’ diye içinden geçirdi. Yıllardır dağlardaydı. Daha bir eve gönülsüz girmemiş, kimseden haraç almamıştı. Haksızlığa hiç dayanamıyordu. Köye gelip kafasına göre öşür* vergisi toplayan tahsildara kafa tutmuş, çıkmıştı dağa. Kimsenin çetesine girmemiş, kimseyi de yanına almamıştı…..